Sabit bir işyerinde çalışan ancak işyeri şehir dışında olan işçilerin, işe gidiş gelişlerinde araçta geçen süreler iş süresinden sayılır mı?

Çalışma (İş) süresi 4857 sayılı İş Kanunu’nda düzenlenmiş olmasına rağmen (m.63), tanımı yapılmamıştır. Ancak, çalışma süresinin tanımı İş Kanunu’na ilişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nde yapılmıştır. Buna göre, çalışma süresi; “işçinin çalıştırıldığı işte geçen süredir”(m.3). Görüldüğü üzere, çalışma süresi işçinin fiilen çalıştığı süreyi ifade etmemektedir. Bu nedenle, işçinin işverenin emir ve talimatı altına girdiği andan çıktığı

Kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiye ara dinlenmesi nasıl kullandırılmalıdır?

İş süresinin düzenlenmesine ilişkin hükümler, öncelikle iş gücünün korunması amacına hizmet etmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi, sadece günlük çalışma süresinin sınırlandırılmasını değil, aynı zamanda işçilere çalışma süresi içinde işe ara verme imkanının da tanınmasını gerektirmektedir. Aksi taktirde, çalışmaya bağlı gerilimin, dikkatsizlik ve kazalara yol açması ve zaman içinde sağlık sorunlarıyla karşılaşılması kaçınılmazdır. İşte 4857 sayılı Kanunun

İdari bir kararla kapatılan işyeri çalışanları haklı fesih yaparak tazminat talebinde bulunabilir mi?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 salgın sürecinde, hastalığın etkisini azaltılmak amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve bazı işyerlerin de idarece alınan kararlarla geçici olarak kapatılmasına karar verilmiştir. Bu süreçte haliyle kapatılan işyerlerinde çalışan işçilerin iş görme edimleri ve ücret alması da engellenmiştir. İşyerlerinin geçici olarak kapatılması bazen bir haftayı aşan sürelere de

İşveren, işçiye yaptırım uygulamadan önce hangi hususları gözetmelidir?

İş ilişkisinde, işverenin düzenleme yapma, yönetim ve disiplin yetkileri bulunmaktadır. İşverenin geniş anlamdaki yönetim yetkisinin en uç noktası olan disiplin yetkisi, belirli koşullarda, kurallara uymayan işçilere disiplin yaptırımları uygulama yetkisi olarak ortaya çıkar. Disiplin uygulama yetkisinin kötüye kullanılma ihtimalinin yüksek olması nedeniyle bu yetkinin sınırlandırılmasına dair hukukumuzda yeterli bir pozitif düzenlemenin varlığından söz edilemez. Bu